27 Mart 2009 Cuma

kamera...motor!

*annemle tamamen farklı sinema zevkine sahibiz, ne zaman aksiyon heyecan filmi izlesek ben, bir hikayesi olan naif filmler izlesek annem uyuyakalıyoruz.
*twilight ı okudum-izledim, ortaokuldaymışçasına edward cullen a aşık oldum evet, ipekle yi beni edward ısır beni edward şeklinde dolaşıyoruz. Oynayan çocuğun yakışıklığı bir yana imkansızlık derecesinde mükemmel bir erkek profili çizişine kayıyoruz zaten. Kitabın yazarı da buna oynamış devamlı, ay edwardın muhteşem kokusu, muhteşem elleri muhteşem yüzü...(evet en çok kullanılan kelime muhteşem kitapta:)) bu yüzden erkeklerin beğenmemesi çok normal bir kitap/film, ve tabii ki kitap filmden çok daha güzel.
*slumdog millionaire kadar güzel film müziklerine sahip bir film daha izlemedim. A.R. Rahman ın bu satırlarını okuma ihtimalinin limiti sıfıra yaklaşıyor olsa da, kendisini burdan tebrik ediyorum, evinin en güzel yerine koysun o oscarı yakışır efendim. Ayrıca filmi izlemeden önce mia nın paper planes ini bana dinletmiş olan merveme selam olsun.
*slumdog millionaire in kendisini ne kadar sevdiğimi söylemeye gerek bile duymuyorum.
*Aynı Merve bana o gün Sia yı da dinletti ki kendisinin sesini dinlemeden bir günüm geçmiyor artık, bu da çifte selam olsun!
*Benjamin Button' a acıdım, o kadar güzel bir fikir (yaşlı doğup gençleşmek) çok daha güzel bir senaryoyu hakediyordu, ayrıca Brad Pitt beni fena hayal kırıklığına uğrattı. Ama filmden etkilenmediğimi söylemek de yalan olur. Bir de Cate Blanchett ne kadar güzel bir kadınsın sen yaa!
*Changeling de Angelina Jolie ve dudakları oynamış başka kimse yok:)
*Milk' te Sean Penn den başkası oynamış olsaydı gerçekten feci sıkıcı bir film olurdu. Fakat izlediğim için mutlu olduğum bir film oldu çünkü hem oyunculukta son noktayı gördüm, hem de tarihte izi geçmiş önemli bir adamı tanımış oldum.
*Doubt hakkında spoiler vermeden yorum yapamayacağım, bu yüzden izlememiş olup da izlemek isteyenler gerisini okumasın bana küfretmek istemiyorlarsa,
Filmin, sonunda sisterla beraber bizi de şüphe içinde bırakması çok etkileyiciydi, gerçek ne olursa olsun öğrenseydik eğer bu kadar güçlü bir son olmazdı bence. Ayrıca kendi kendime bir ödül geliştirdim ve bu ödülü bu filmin oyuncularına vermek istiyorum "toplu oyunculuk ödülü"... Resmen ana karakterlerdeki oyuncuların üçü o kadar iyi oynuyorlar ki etkilenmemek elde değil. Hatta Meryl Streep ve Philip Seymour Hoffman ın bir çeşit konuşma düellosu yaptıkları sahnede koltuğumdan doğruldum bir silkindim resmen. O kadar iyiler ki her ikisi de sizi inandırıyor ve hangisinin haklı olduğuna karar veremiyorsunuz. Filmin sonuna kadar da şüphe içinizde duruyor hep. Ayrıca sırf dedikodu nun tasvir edilişi için bile izlemeye değerdi.
*Woody Allen dan haz etmesem de Vicky Cristina Barcelona yı çok sevdim, resmen bir Barce ye gidesim geldi ayrıca Javier Bardem kadar çirkin ve seksi bir adam daha yok=)

18 Mart 2009 Çarşamba

gittik gittik geldik

Salı günlerimin yeni eğlencesi artık İstanbulu arşınlamak! Kabus seçmeli dersim olan adı Güzel Sanatlar kendisi işkence olan dersimi bu dönem artık değiştirdim. Ta güz döneminde yapmalıydım ama diğer seçeneğim olan Bilgi-İşlem dersi, Bahçelievler Kampüsünde (kampüs demek pek doğru değil orası için, onu da yazarım bir ara) olduğu için gözüm korktu oralara gidip gelmeye ve böylece uyaran kimseyi dinlemeyip güzel sanatları almaya başladım. Sanırım "ortaokuldaki kendi dersini dalgaya alan öğrencilere ders vermek için zor soru soran müzik hocası" kompleksine sahip olan bir hocamızdı bu güzide dersi veren kişi çünkü finaline en çok kastığımız ders güzel sanatlar oldu ve sınır notlarla geçebildik, bazılarımızsa kaldı evet. Bu sırada bilgi işlem insanlarının word-excel yaparak finalde 100 lerle oynamaları bardağı bir hayli taşırdı ve ta taaa bu dönem bilgi işlemdeyim salı günlerim bahçelievlerde geçecek. En zor kısmı tabii ki Küçükyalı dan Bahçelievlere gitme faslı ki, en rahat yolun yakamıza yeni gelmiş olan metrobüs olduğunu keşfettik ki asıl gelmek istediğim konu da burası.
Metrobüs arkadaşımız hakkında ne zamandır yazmak istiyordum zaten, küçük bir şekilde açıklamak gerekirse tam Türkiye icraatlarına yakışır bir ulaşım aracı. Trafiğe çözüm mü? Bu kesinlikle halk için en iyi olan sonuç olmaz, ama öyleymiş gibi gösterilir, en iyisi değil en kısa sürelisi yapılır (ki seçimlerden önce bitsin mesela), geçici çözümdür fakat kalıcı da olabileceğine dair halk kandırılır, kısa vadede en ucuz çözümdür fakat uzun vadede müthiş paralar harcanır. İşte metrobüs de böyle bir toplu taşıma sistemi...
Evet herkes trafiğin içindeyken biz hızla geçip 15 dkk da kadıköyden mecidiyeköye geçebiliyoruz ve İstanbulun küçüldüğüne inanıyoruz, fakat iş giriş-çıkış saatindeyseniz bunu aynı otobüsün içinde 150 kişiyle aynı anda yapıyorsunuz. Buna cevap da Kadir Topbaş' dan geliyor! "metrobüs bir sosyalleşme aracıdır." Evet Kadir amca bütün İstanbul akraba oluyoruz...
Metrobüs içindekiler için hadi ulaşım açısından iyi, peki metrobüsün dışındaki zavallı otomobil sahipleri? Alternatif toplu taşıma yöntemlerinin bütün trafiği düzeltmesi gerekirken şerit çaldığınız normal yol daha da sıkışıyor. İstanbul gibi nüfusunun önemli bir kısmı araba kullanan bir şehirde o metrobüsler aralıksız da gidip gelseler, trafiğin sıkışmasını önleyemezler.
Ve son olarak benim bu konu hakkındaki en takıldığım nokta, nerden geliyor bu benzinin parası arkadaş? İstanbulun bir yanından bir yanına gidip gelen bu mercedes otobüslerimizin su yakmadığın hepimiz biliyoruz. Ayrıca bu otobüslerden çok fazla var ve aynı hat üzerinde devam eden iett otobüsleriyle birlikte bunların benzin parası bir hayli fazla. Buna çözüm olarak ne yapıcaklar? Kar amacı gütmemesi gereken iett, benzin parasını çıkarmak için daha da mı pahalılaştıracak bilet fiyatlarını?
Bunun yerine bir metro yapılsa daha kalıcı ve trafiği engellemeyen bir sistem olmaz mıydı? Pahalılığından ve yapımının uzun olduğundan bahsediliyor ama uzun vadede metrobüs daha mı ucuza geliyor Kadir Amca? Hiç sanmıyorum. Bence şu anda aynı hattın altına bir metro hattı yapılmaya başlanmalı, o bitinceye kadar bir kaç yıl metrobüs geçici olarak kullanılmalı anca öyle güzel bir ulaşım aracı olur.
Oylarınızı bana verin trafiği çözeyim anacım.

1 Mart 2009 Pazar

bir saniye! ölmekle meşgulum!

Baştan söyleyeyim kendimi öldürecek değilim, fakat geçen gün intihar hakkında düşüncelerim oluştu. Geçen hafta Sade Vatandaş a rastgeldik zaplarken ve Okan Bayülgen in konuğu boğaz köprüsünden atlayıp hayatta kalan bir insandı. Ekonomik kriz yüzünden işleri kötü gitmesi ya da sevgilisinden ayrılması değildi adamın atlama sebebi. Hayatını bitirmek isteyecek bir acının içinde yaşamıyordu da. Adam sadece intihar etmek istemiş. Neden yaptığına, gerçekten onu atlamaya itenin ne olduğuna fazla girmediler ama sanıyorum ki adamın sebebi sadece meraktı.
Cennet ve Cehennem inancı olan bir insanım ve intiharın cehennemlik bir günah olduğuna da inanıyorum. Fakat dini bir yana bırakırsak, eğer inancım olmasaydı beni ölümün karşısında ne engellerdi?

Annem babam ve babaaneme bu soruyu sorduğumda nolursa olsun yine de intihar etmeyeceklerini söylediler. Ama sanırım ben ederdim. Programa çıkan adam gibi, hayat çekilemez hale geldiği için değil, sadece merak ettiğim için. Hayatımın en güzel olduğu anda, en mutlu olduğum, bundan daha iyisi olamaz diye düşündüğüm zaman kendimi öldürmenin, cevaplanamamış soruların cevabına erişmenin de zamanı gelirdi. Osmanlı zamanı yazarlarından Beşir Fuad gibi, ben de intiharımı kayıt altına alırdım, kendini öldüremeyenler için bilinebilecek bir tecrübe olması için. Beşir Fuad sonuna kadar dayanamamış ama onunkinden daha acısız bir yöntemle intihar edip bu deneyimi aktarabilsem insanların ölümün nasıl bir his olduğunu kavrayabilmelerine yardım edebilir miydim? Hangi ustanın betimleme yeteneği buna yeter ki?
Ölümün bir kötü tarafı da var ki geride bıraktıkların. Arkanda bıraktığın ailen, dostların; yarım kalan işlerin... Ama artık ölü olduğun için bunların bir önemi kalır mı? Öldükten sonraki süreçte önceki sürecini hatırlar mısın ki bu bir dert olsun? Şu an bunu düşünürken diyorum ki umarım ben yaşıyorken kıyamet dediğimiz son gelir. Tanıdığım, sevdiğim herkes; bir anda beraber ölelim. Önce sadece kendi sevdiklerim aynı anda mesela trafik kazasında ölelim, sevdiğim kimsenin ölümünü görmeyeyim kimse de benim ölümümü görmesin diye düşünüyordum ki bu sonradan çok bencilce geldi. Soonuçta dünyadaki herkes birbirine bir şekilde bağlı ve eğer yas olsun istemiyorsak herkesin bir anda ölmesi gerek. Çok yakınımdan şükürler olsun ki kimse ölmedi ve ben bu acıyı bilmiyorum ve bu acıdan gerçekten korkuyorum. Bu yüzden istiyorum ki kimse arkada kalmasın, kimse yas tutmasın...
Farkındayım yazarken kendimle çeliştim. İntihar edebilecek olsam bile arkamda bıraktığım insanlar umrumda olmadan ölebilir miydim? Ama başta da dediğim gibi ölmeye pek niyetim yok daha. Buralarda uzun süre takılmak istiyorum =).
Aşağıdaki satırlar da Lucy Eyre' in "Portakalın aklı olsa" kitabından:


"Benim söylemek istediğim, başına gelen kötü şeylerin kelime anlamıyla kimsenin başına gelmeyen ölümden daha kötü olduğudur."
Bu mantıklı değildi. "Ölüm herkesin başına gelir!"
(...)
"Herkes ölecektir elbette, bu doğru. Ama ölümün kendisi aslında kimsenin başına gelmez."
"Bu nasıl doğru olabilir?"
"Ölüm, meydana gelir gelmez ölü bir insan için kötü bir şey olamaz. Çünkü o insan için artık yoktur. Ölümün acıya neden olduğuna hiç şüphe yok. Ama bizler ölmeden hemen önce hissedelien acı ve geride kalanların üzüntüsünü ölümün kendisiyle karıştırdığımız için ölümden nefret ederiz. Ben öldüğümde mevcut olmaya son verirsem ölüm benim için nasıl kötü bir şey olabilir?"
"Mevcut olmaya son vermek saçma değildir, son derece huzursuz edicidir."
"Bu tamamen mantıksız, ortada tedirgin olan sadece sen olmayacaksın. Epikuros' un son derece bilgece dediği gibi: 'Ölüm bizi ilgilendirmez çünkü biz hayattayken yoktur ve ölüm varken de biz yokuzdur' "